- 01:33Hira Tatlısı En Özel Tatlı Denediniz mi?
- 00:46Pizzanın böylesini denediniz mi?
- 21:29Osmanlı Bandırma Tatlısı
- 01:56Görünce şaşıracaksınız Sizi şaşırtacak tarifler
- 00:48Zeytinyağlı Yaprak Sarması Ustalardan Tarifler
- 01:42Böylesi Görülmedi Ustalardan Gül Tatlısı
- 19:48Yumuşacık Poğaça Denediz mi?
- 23:43Garnitürlü Pilav Tarifi Denediniz mi?
- 22:59Muhteşem Bir Çikolatalı Tart Ne Dersiniz?
- 15:42NATO'dan 'Zeytin Dalı Harekatı' açıklaması
- Altın175,077
- BIST110.932
- Dolar4,0581
- Euro4,9812
- Euro/Dolar0.00
- Sterlin5,7077
- İstanbul11 °C
- Ankara7 °C
- İzmir16 °C
- Konya8 °C
- Adana15 °C
- Antalya19 °C
- Diyarbakır14 °C
- Bursa10 °C
- Kayseri8 °C
- Kocaeli7 °C
- Şanlıurfa15 °C
- Gaziantep12 °C
- İçel20 °C

Grubunu sarsan vergi cezası sonrası ilk kez Tarafa konuşan Aydın Doğan, Başbakan Erdoğanla yakın ilişkisinin nasıl bozulduğunu anlattı. Amberin Zamanın sorularını yanıtlayan Doğan, Eylül 2006daki son görüşmede kendisine 'Abi' diyen Başbakana söylediklerini aktardı.
İşte o röportaj...
Başbakan Tayyip Erdoğanla Van gezisi sırasında yaptığımız mülakat 1 Mart Pazar günü Tarafta yayımlanınca Aydın Doğanın epey ilgisini çekmiş. Anlaşılan, Erdoğanın kendisiyle ilgili isim vermeden yaptığı yorumlar Doğanın merakını uyandırmış.
Kısaca hatırlatalım: Bir grup yabancı basın temsilcisinin katıldığı mülakat sırasında El Cezire televizyonunun temsilcisi Yusuf El Şerif, Başbakana ABD Dışişleri Bakanlığının geçenlerde yayınlanan İnsan Hakları Raporunun Türkiye bölümünde, medyaya baskının kınandığını söylemişti. Başbakan da, muhtemelen burada eleştirilenin Doğan Grubuna kesilen astronomik vergi cezası olduğunu düşünerek, 7 Mart'ta Türkiyeye gelecek olan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clintona, Bu nasıl rapor diye soracağını söyledi. Başbakanın bu cümlesi ilk olarak Tarafta yayımlandı. Ertesi gün ise, haberimiz Milliyete manşet oldu.
Aydın Doğan, bu haber üzerine çağırdı bizi, Tarafa mülakat vermeyi de kabul etti. Gözlemlediğim kadarıyla, Aydın Doğan hükümetle arasındaki mevcut krizi derinleştirmek istemiyor, kavga istemiyor, daha fazla gerginlik istemiyor. Israrla Tayyip Erdoğan ile alıp veremediği bir şey olmadığının altını çiziyor. Ancak müthiş bir haksızlığa uğradığı inancında. İşte Aydın Doğanın ağzından, Doğan Grubu ile Başbakan Erdoğan arasındaki ilişkinin bugüne nasıl geldiğinin hikâyesi...
Zor günler geçiriyorsunuz. Haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsunuz. Hükümetle bu noktaya nasıl geldiniz? Esas problem nedir?
Tayyip Beyi İstanbul İl Başkanlığından beri tanıyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde çok defalar görüştük. Tayyip Bey, mahkûm olduğu zaman kendisine geçmiş olsun dileklerimi ilettim bir-iki arkadaşla. Ama kendim gitmedim çünkü gazete sahibiydim. Hiçbir problemim yok Tayyip Beyle. Sonra, partiyi kurduğu zaman biz Almanya tesislerinin açılışını yapıyorduk. Tüm siyasi parti liderlerini orada görmek istedik. Tansu Hanım, Mesut Bey, MHPden Tunca Toskay ve DSPden de İsmail Cem geldi. Tayyip Beyin de gelmesini rica ettik. Almanyadaydı Gelirim dedi. Ben oteline gittim davet ettim, geldi. Açılış törenine katıldı. O akşam bizim misafirimiz de oldu otelde.
"Erdoğan için iyi şeyler de yazdık"
Yani ilişkilerde en ufak bir şey yoktu. Hatta onlar demokratikleşmeyi istiyordu. İnançlarımız örtüştüğü için destek verdik. Onun müdafaa ettiği değerleri bizde müdafaa ediyorduk. Yalnız Cumhuriyetin nitelikleri konusunda zaman zaman sitem ediyorlardı. Ben de Cumhuriyetin nitelikleri konusunda hassasım ama daha toleranslı yaklaşabiliyorum. O konuda hükümetle aramızda büyük problemler çıkmadı. Eleştirdiğimiz de oldu iyi şeyler yazdığımız da oldu.
Peki herhangi bir noktada, özellikle Cumhuriyet kaygılarınızı dillendiren yazılarınızla ilgili hükümetten size hiç şikâyet geldi mi?
Ben geçmişte zaman zaman, altı ayda bir, üç ayda bir Tayyip Beyle görüşüyordum. Şikâyetlerini söylüyordu. Ben de kendisine daha toleranslı yaklaşması lazım derdim. Bu gazetelerin hepsinin tornadan çıkmış gibi tek ses olamayacaklarını, gazetecilerin hepsinin ayrı görüşü, ayrı kimliği olduğunu kendisine izah ettim. O da bazısından tatmin oluyordu, bazısından olmuyordu. Ama yine de ilişkilerimiz gayet iyi gidiyordu.
İyi derken nasıl bir ilişkiydi bu? Mesela samimi miydiniz? Nasıl hitap ediyordu size, Aydın Bey mi diyordu?
O tarafı çok şey yapmak istemiyorum. Tayyip Beyden çok yaşlı olduğum için özel sohbetlerde bana abi diye hitap ederdi ama bu özel sohbetlerdi. Tabii, kamuoyu önünde de Aydın Bey derdi. Tayyip Bey öyle çok can ciğer kuzu sarması gibi değildir. Ama kontrollü bir dostluğumuz da vardı. Kızının düğününe de gittim. Dedikodu da yaptılar.
Hediye ne verdiniz?
Hediye vermedim. Tayyip Bey her gördüğünde benden müşteki, yani Bak onu yazıyorlar, bunu yazıyorlar diye. Tayyip Beye en son söylediğim budur: Çok gençsiniz, çok başarılısınız. Ekonomi çok iyi gidiyordu o yıllarda.
Hangi yıllardan bahsediyorsunuz?
2006 eylülünde. Sonra bir daha görmedim Tayyip Beyi.
Son görüşmede neler konuştunuz?
Kendisine, Çok başarılı gidiyorsunuz. Türkiye devamlı üst üste büyüyor. Enflasyon düştü. Türkiye ekonomik durumu güçlü bir ülke haline geldi. Bütün dünyanın gözü bizde. Ben sizin yerinizde olsam bununla övünürüm. Genç yaşınızda Allah size bu imkanı verdi; Türkiyenin yıllardır görmediği bir başarıyı elde ettiniz dedim. Erdoğanın yerinde olsam derim ki, Benim ülkemde sivil toplum örgütleri hürdür, istediğini söylerler, basın hürdür, istediğini yazar. Ben Iran, Irak, Pakistanın başbakanı değilim. Ben batı Avrupa ülkeleri gibi bir ülkenin Başbakanıyım. Türkiye ile övünürüm. Basın özgürlüğü de son derece fazladır. Buna karşı bana bir-iki kere, Sen kişisel eleştiriyle hakareti karıştırıyorsun dedi. Kesinlikle hakarete ben de karşıyım dedim. Ama o bazı şeylere, eleştiri sınırlarını aştı diye bakıyordu. Mesela karikatür çizilmesine...
Peki sizce yazarların bazıları bu sınırı aşmış olamaz mı?
Yani şunu da söyleyeyim ki yazarların da bazen bizim genel prensiplerimizı aştıkları oluyordu. Ama ben Tayyip Beyden, ona da daha toleranslı bakmasını bekliyordum. Ben şunu yapamazdım, yazarlara, Bak kardeşim bunu yazarsın, şunu yazamazsın diyemezdim.
Ama Emin Çölaşan aleyhteki yazıların çöpe atıldığını iddia ediyordu?
Emin konusunu açarsan, bir dokun bin ah çekerim. Emin, yalnız kendisine oynuyor benimle ilgili konularda. Otuz yıl arkadaşlık ettiğim ve onu Emin Çölaşan yapan bir gruba akla gelmedik bir iftirayla yaralamaya çalıştı. Doğan Grubunu, Hürriyet gazetesini yaralamaya çalıştı. Ben onun söylediği hiçbir şeye inanmıyorum. Söylediklerini kabul etmiyorum.
Peki ne oldu?
Tayyip Beyle ilişkilerimde hiçbir meselem yoktu. Ta ki 2008 eylülündeki Deniz Feneri olayına kadar. Deniz Feneri olayından evvel de artık şey başlamıştı, bizimle ilgiyi azaltmaya. İlgi demeyeyim de, bize kızmaya başlamıştı. Soğukluk başlamıştı.
Bu noktada, hükümette sizin bir şekilde derin devletle işbirliği içinde hükümeti devirmek istediğiniz imajı oluştu. Ve Başbakan da böyle düşünüyordur.
Hayır. Tayyip Bey benim bu iktidarın önünü kesmek isteyen biri olmadığımı kesinlikle biliyordu.
Nasıl biliyordu?
Yani derin devlet yoluyla benim onlara mani olma veya onların önünü kesme gibi bir gayretim olmadığını, tersine gayretim olduğunu biliyordu. Tayyip Bey biliyor ki, Aydın Doğan birtakım güçlerle işbirliği yaparak bu iktidarın gitmesini veya bu partinin kapatılmasını istemez. Nitekim benim yayın grubum bu partinin Anayasa Mahkemesindeki kritik zamanında AKP kapatılmasın diye manşetler attı. Ben özel temaslarımda herkese, Bu siyasi partiyi halk seçti, nasıl kapatırsınız diye karşı çıktım. Hürriyet gazetesi de nitekim mahkeme kararından iki-üç gün evvel karşı çıktı, biz onu bilerek yaptık yani. Tayyip Beyi hep sürmanşete taşıdık, güzel şeylerle. Güzel duygularla verdik. Biz partinin kapatılmasına kökten karşıyız. Ben o dediğiniz derin güçlerle işbirliği yaparak AK Partinin önünü kesmek gibi bir niyetin içerisinde hiçbir zaman olmadım.
Peki iktidar niye size bu kadar öfke duyuyor?
Benim anladığım şu, Tayyip Bey 2007 seçimleri sonrası balkondan güzel bir konuşma yaptı. Çok güzeldi, hepimiz alkışladık. İnşallah Türkiye böyle olur dedik. Ama çevresinde aşırı bir grup, grup demeyeyim de, Doğan Grubuna husumet besleyen birtakım menfaat birikimleri oldu. Bunlardan bir tanesi de yandaş medya.
Taraf var mı bunların içinde?
Hayır Tarafı yandaş gazete saymıyorum. Taraf kendi dünyasıyla mutabık... Kendi dünyasında, siyasi yandaşlığı yok Tarafın. İnançları doğrultusunda zaman zaman AK Parti ile birlikte oluyor, zaman zaman değil.
Yani Taraf bağımsız bir gazete?
Evet, evet. Ama kendi inançları yönünde bağımsız. Tam kitle gazetesi değil. Ben kitle gazetelerinden bahsediyorum. Tarafı katmıyorum.
Yandaş medya konusuna yeniden dönersek...
Yandaş medya çok rahatsız oluyor. Tayyip Bey ile yakın olmamızdan rahatsız oluyor. Cumhuriyet mitinglerinde de beni devamlı Tayyip Beyin adamı diye eleştirdiler. Talihsizliğime bakın, İzmire gittim. Bir lokantada yemek yiyoruz. Medya burada, Aydın Doğan nerede diyor. Bir baktım benim televizyonum bunu diyor. Ya benim televizyonum işte! Benim orada olmama gerek yok ki. Yani bu biraz da hatta Aydın Doğana düşman olmak moda oldu. Özellikle bazı gazeteciler, Bugün Aydın Doğana bir tokat atarsam, bir tane çakarsam meşhur olurum dedi. İnternet sitelerinde falan bu tür şeyler çıktı.
Sonuç, Deniz Feneri olayına kadar bazı haksızlıklar vardı. Bize kızıyordular ama bu kadar olmamıştı. Deniz Feneri olayında bana göre hiç beklenmedik bir tepkiyle karşılaştım. Ve ondan sonra düşündüm ki siyasi iktidarlar yalnız baskı yapmıyor, yıldırabiliyorlar dedim. Neyi demek istiyorum. Tayyip Bey, Ya bu hafta açıkla yoksa önümüzdeki hafta açıklarım ha dedi. Mitinglerinde, parti kongrelerinde Vur Vur inlesin Aydın Doğan dinlesin diye slogan atıldı. Ben de Neyi açıklayacak diye günlerce düşündüm. Sonunda baktım Tayyip Bey, benim ona söylemediğim şeyleri söylemiş gibi gündeme getirdi, Bana söyledi dedi.
Mesela?
Mesela, Tayyip Beye Hilton konusunda hiçbir şey söylemedim. Tayyip Beye gittim, Ben Ceyhanda rafineri kurmak istiyorum. 2,5 milyar dolar param var. Sizden teşvik istemiyorum, kredi istemiyorum. Direkt üç bin 500 kişiye endirekt 15 bin kişiye iş veriyorum. Türkiyenin ithal ettiği mamülleri yapacağım ve kendim tüketeceğim dedim. Ne istiyorsun dedi, Bana müsaade verin dedim. Avusturyalılarla beraber sadece şey istiyorum dedim. Samsunda kursan olmaz mı dedi. Olmaz efendim dedim. Niye dedi.
"Çalıka söz verdi"
Ben Amerikalılara araştırma yaptırdım, 1.5 milyon dolar para harcadım. Onlar bana bu işin ancak güneyde olacağını söylediler dedim. Orayı bizim Çalıka söz verdim dedi.
Aynen öyle mi dedi?
Aynen böyle. Dedim ki Efendim Çalık da yapsın, ben de yapayım. Putin var o işin içinde dedi. İtalyanların en iyi şirketi var. Berlusconi var dedi. Peki ne olacak dedim. Çalık var dedi. Ocak ayını bekleyelim. Ocak ayında bu iş konuşulacak. Ondan sonra bir şey yaparız dedi. Şöyle bir şey geçti içimden, herhalde ocakta diyecek ki gelin dört-beş kişi kuruyoruz, sen de kur. Ben kendi tüketeceğim şeyi kuracağım. Ben petrolcüyüm, Çalık petrolcü değil ki, o müteahhit, Ceyhan-Samsun arası boru hattını yapıyor dedim. Yok dedi, rafineriyi de söz verdim dedi. Peki dedim, çıktım. Ocak ayında görüşmek üzere çıktım. Kasım ayında Tayyip Bey bir şeye kızdı, dedi ki, Bazı medya sahipleri geliyor bir şey istiyorlar vermiyoruz. Alıyor haber yapıyorlar. Bir daha yanına gitmedim.
Basının bağımsızlığı siyasetçinin iki dudağı arasında
Sonuçta rafineriyi Başbakandan istediniz. Böyle de bir gerçek var.
Ama ben kimden isteyecektim. Rafineri kuracağım Türkiyede.
Ama bir ihaleye çıkılıyor.
Hayır ihale değil. İhale olsa, kabulüm, ruhsat istiyorum. Ben bir şey istemiyorum. Bana da verdi, Çalıka da verdi, yüz kişiye verdi.
Böyle bir şey Almanyada olabilir miydi? Birisi gidip Angela Merkele Bana ruhsat ver diyebilir mi bir iş adamı?
Angela Merkele demez çünkü Merkel bu işle uğraşmaz.
O zaman başından sonuna kadar bir terslik var. Türkiyedeki bütün sistemde bir terslik var.
Tabii, var. Bakın Tayyip Bey kendi döndü orada, Hiltonu ne yapıyorsun dedi. Tayyip Bey ben Hiltonu aile adına aldım. Kendi çocuklarım adına. Doğan Holdinge almadım. Hilton bu haliyle demode. Mutlaka onun yeniden yapılması lazım. Ama yanına da bir takım ilâveler yapmak lazım. İsterseniz bu konuda çalışır size bir şey getiririm dedim. Hayır ben belediye başkanıyla konuşurum dedi.
Bu ne zaman oldu?
Bunların hepsi 2006 eylülünde oldu.
Bayağı uzun bir konuşmaymış.
Evet, uzun. Bir saatten uzun bir konuşma.
Nerede görüştünüz?
Başbakanlıkta... Şunu anlatmak istiyorum. Tayyip Bey diyor ki, Geldi buraya şeyler yapacak, bu yeşil alana gökdelenler dikecek. İstanbul Belediye Başkanı buraya geldi benimle tavla oynadı, bu kravatı da o gönderdi...
Kadir Topbaş mı?
Evet, tavla oynadım Kadir Topbaşla burada, gömleğine. İçerisine bir de bu kravatı koydu. Bu kravatı niye koydun dedim. Dedi ki, Koydum ki yendiğini her yerde söylemeyesin. Yani bana rüşvet veriyorsun dedim. Ben her yerde seni yendiğimi söylerim dedim. Ben Başkana da aynen şunu dedim, Bana, aileme, çocuklarıma laf getirecek, şehri çirkinleştirdi dedirtecek şeyin içerisine girmem.
"Hilton arazisi park yapılacak"
Burada yok üç emsal istedi, hepsi uydurma yalan. O üç emsal lafı Şişli Belediyesinin kendi bölgesi için yaptığı şey, bana da yaptırdılar. Ama şimdi Hilton diyorlar. Hilton diye benim bir meselem yok. 65 dönüm yer var Hiltonun bulunduğu yerde. Orayı sonunda Aydın Doğan Parkı yapacağım herhalde. Halk da istifade edebilir. Taksim Meydanından daha geniş bir yer. Etrafı da kapalı duruyor.
Bence güzel olur.
Ben Hilton Otelini aynen muhafaza edeceğim. Orada ticarî hiçbir rant peşinde değilim.
Vazgeçtiniz yani?
Vazgeçtim mi? Diyeyim, peki öyle diyeyim. Vazgeçtim ama başından beri öyle düşünüyordum. Sanki ben baskılar karşısında vazgeçtim durumuna girmek istemiyorum. Vazgeçtim sonunda baktım ki ikna edemiyorum, Peki vazgeçtim dedim. Ama başından beri ben orada böyle rant peşinde değildim.
Bundan sonra süreç nasıl işleyecek?
Her yerde söylüyorum benim ne Tayyip Beyle ne AK Parti hükümetiyle bir kan davam, husumetim yok. Bir şeyden çok rahatsızım. Hükümet beni bir siyasi partinin yandaşı, CHPnin yandaşı olarak görüyor. Ben CHPye ne mesafedeysem, AK Partiye de aynı mesafedeyim, MHPye de. Yayıncı arkadaşlarıma da hep bunu söylüyorum. Tarafsız ve bağımsızlığın şeyi budur. Bir tarafa yatmamak.
"Tarafsız kalmak zor iş"
Benim AK Partili okurum da var. CHPli okurum da var. MHPli okurum da var. Televizyonlarım da gene öyle. Ben taraf değilim. Taraf olmamak çok zor iş. Hele Türkiye gibi az gelişmiş toplumlarda siyasetçiler seni mutlaka taraf yapmak istiyorlar. Eğer kantarın topuzu bir parça kaydıysa Vaay diyorlar . Kaçmasa da öyle diyorlar. Ben şunu arzu ediyorum. Benim ülkemde hükümet hükümetliğini yapsın, basın da basınlığını yapsın. Yani ben şunlardan çok rahatsızım. Yok istedi de, yok vermedi de. Yani ben gidip rafineri kuracağımı kime söyleyecektim. Kimden isteyecektim, hükümetten. Eğer kanunsuzsa, bunu sen nasıl istiyorsun. Bu kanunsuz, vermiyorum, diyecektin. Ben de dönüp gelecektim.
Ama sizin probleminiz aynı zamanda bir medya patronu olmanız. İş hayatınızdaki menfaatler ile yayın özgürlüğü arasındaki çizgiyi, sınırları ihlal etmemek çok zor...
Eğer medyanın ekonomik bağımsızlığı yoksa medya bağımsız değildir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan hiçbir gazete, hiçbir televizyon Ben bağımsızım diyemez. Ya bankaya bağımlı olur, ya reklam verene bağımlı olur, ya siyasi iktidara bağımlı olur. Ben yayın kuruluşlarımın ekonomik bağımsızlığını temsil etmek istiyorum. Hiçbir işimde, Şu işi iktidarda olduğun için sana vermişiz diyen adam yoktur.
30 senedir yayıncıyım. 50 yıldır iş hayatındayım. Hiçbir işimi siyasi şeyle almadım. Tersine, yayıncı olduğum için bütün işlerimde baskı altında kaldım. Yani zarar gördüm.
Ancak bazı yazarlarınız son dönemde artık gittikçe anti-demokratik buldukları yayın çizginizi protesto ederek ayrıldılar, yani bir Murat Belgeyi mesela kaybettiniz. Perihan Mağden ayrıldı.
Ben Murat Belgenin ayrıldığını duyunca üzüldüm. Hatta mani olabilir misiniz dedim arkadaşlara. Ama ayrılmıştı. Benim arzumla da gelmişti. Ben neden ayrıldığını bilemem. Şu anda Babıalide çalışan gazetecilerin yüzde 75i, 80i hatta 85i bende çalıştılar. Yani şu anda bende olmayanlar, senin gazetende de bende çalışan arkadaşlarımız var. Mesela Yasemin Çongar. Gerçi bu kişisel birşey. Ama bekliyorduk ki bana bir Allahaısmarladık desinler.
Ekonomik açıdan yaklaşalım olaya. Çok büyük rakamlardan söz ediyoruz.
Ona gelelim. Bu cezanın hiçbir teknik ve hukuki yönü yoktur. Basın sektöründe eğer bu sektör incelemesiyse, benim dışımda basın kurumu yok mu? Sekiz aydır benim şirketlerim inceleniyor. Hiçbir gruba uygulanmamış bir şey var, üzerimizde baskı var. Kaçakçılık iddiasından, yani bunu söylerken kızarıyorum, vergisi ödenmiş, bir kaçakçılık olamaz.
Hapisten falan söz ediyor Başbakan.
Ne yapalım, burası geri kalmış bir ülke. Ben hukuka güveniyorum. Hiçbir şey olmaz böyle bir kaçakçılığım falan da yoktur. Ama niye kaçakçıyım, diyor ki raporu yazan adam, Sen bunu 2006da sattın, 2007de gösterdin. Öyle değil ama peki öyle yaptım. 2007de vergisini ödedim mi, evet. 25 milyon dolar vergi ödemişim. Nasıl kaçakçılık? Kaçakçılık yapan vergi ödemez. Bana diyebilirsin ki 17 şubatta yatıracaktın, 17 mayısta yatırdın. Tamam bu aradaki farkın cezasını alırsın, faizini alırsın. Kaçakçılık demek, bir hile yapmak... Benim defterlerimde kayıtlı. Beni inceleyerek, ödediğim vergiyi bularak bunu niye bugün ödedin de bugün ödemedin diyerek kaçakçılık olmaz. Türkiyedeki bütün hukukçular bunu incelediler, hepsinin bana söylediği bunun kaçakçılık mantığı ne hukuken ne de mali teknik olarak yok.
Peki kanunen bir teminat göstermek gerekmiyor mu?
Kanun öyle bir teminat, meminat koymuyor. Tamamen idareyi serbest bırakıyor. İdarede yerleşik kurumlardan bu teminatı almayabilir. Ben yerleşik kurumum. Yarın benim yurtdışına kaçacak halim yok. Yahut da grubun kaçacak hali yok. Ben kaçsam bile benim bir yasağım yok. Bir, bizden teminat istemeyebilirdi. Bu teminat isteme de keyfidir. İki, teminat istedi, idare bu teminatı şirket kefaletiyle kabul edebilir. Maliye Bakanlığına da müracaat ettik. Yanlışlığı kaldırın diye. Maliye Bakanlığının düzeltme yetkisi var. Bunu düzeltirler düzeltmezler bilmiyorum. Bürokrasi bunu yapar mı yapmaz mı bilmiyorum.
Bir görüşme talebiniz oldu mu Başbakanla?
Hayır, mektup yazdım Başbakana. Benim mahremimle uğraşıyor dedi. Dedim ki Benim yetiştirdiğim kültürde insanların mahremiyle uğraşmak yoktur. Hakikaten yok. Dedim ki Beni bir siyasi partinin yandaşı gösterme. Ben ne sizin yanınızdayım ne de başkasının.
Bu mektubu görebilir miyim?
Yok, iki gün evvel gönderdim. Bunu kendimi tutamadım söyledim, tutamam kendimi.
Cevap aldınız mı?
Hayır, vermeyeceğini biliyordum.
Bugün geriye baktığınız zaman, kendinizde bir hata görüyor musunuz?
Şu vergi meselesini şey yapayım. Bizim daha günümüz dolmadı. Dolduğunda gidip diyeceğiz ki bizden kefalet alın. Normalde peki diyecekler. Demezlerse hayır istemiyoruz diyecekler. Gideceğiz, elimizdeki dayanakları göstereceğiz. Sonunda hiçbirini kabul etmiyorum, azledeceğim diyecek.
Bu sizi sarsmayacak mı?
Hayır, benim altı tane daha şirketim var. Arkadan ne geleceğini bilmiyorum.
Bunlarla da uğraşabilirler mi?
Tabii, onları da inceliyorlar. Bunlar hiç beklemediğim şeyler, şeytanın aklına gelmeyen şeylerdir. Sattığın hissede kaçakçılık yaptın, kime sattın...
Genel olarak ekonomiye baktığınız zaman sizce durum nedir?
Sıkıntı var. Ben şimdi o teğet geçti lafına falan kızıyorum. Tayyip Bey onu iyi niyetle söyledi ama şimdi bu istismar ediliyor. Fakat ekonomi sıkıntıda ve buda derinleşeceğe benziyor. 2001 krizi bir anda bam diye vurdu, sonra birkaç ay sonra çıktı. Bu yavaş yavaş ilerliyor. Ondan daha tehlikeli bir durumda. Ben IMF ile keşke anlaşsaydık. IMFden alacağımız 15-20 milyar dolardan ziyade piyasalara güven vermek açısından önemliydi.
Seçimden sonra daha farklı bir tavır olabilir mi? Başbakan ve sizin aranızdaki sorunlar düzelebir mi?
Onu temenni ederim. Dikkat ederseniz benim televizyonlarım başbakanın mitinglerini öbürlerinden daha az göstermiyor. Özellikle bunu söylüyorum. Dikkat etmelerini söylüyorum, hiç taraf olmayın. İftira etmemeleri için yalan yazmamaları için subjektif olmamaları için azami dikkat göstermelerini istiyorum. Her toplantıda genel yayın müdürü arkadaşlarıma diğer arkadaşlarıma aynı şeyi söylüyorum. Siz benden iyi biliyorsunuz diyorum batıda yansız ve bağımsız medya böyle olur. Bu yalnız Tayyip Bey için değil, Mesut Yılmazla ben yakındım. Buna rağmen Mesut Yılmazla her biraraya geldiğimizde münakaşa ederdik. Şu olmalı bence, siyasetçiler eleştiriyi hoşgörüyle karşılamalı. Siyasetçi yalnız kamu hizmeti yapıyor. Ben eleştirileceğim bunu da kabul etmem lazım. Az eleştirilmem için az hata yapmam lazım demeli. Ve eleştiriye tahammül etmesi lazım. Ben iktidarım ben gücüm nasıl beni eleştirirsin, vurun şuna dememeli. Maliyeciler nerdesin, kontrolörler nerdesin basın şunu, boğun şunu, bu baskıcı anlayış olmaması lazım.
Şöyle bir eleştiri var Yalnız Kulelerden çıkmayan gazetecilerinizden bahsediliyor. Biraz da genç kan lazım değil mi?
Gazetelerimiz kulelerde çıkıyor ama haberleri kulelerde imal etmiyorlar. Haberleri toplumun içinde yaşayarak imal ediyorlar. Türkiyenin dünyanın her yerinde gazeteci arkadaşlarımız var.
Yayın yönetmenlerinizden kaçı mesela Beytüşşebapı gördü hayatında?
Ben gördüm, hepsini bilirim. Yani ama şimdi bir şey söyleyeyim şu var diyebilirsin. Bu bir plaza lafı çıktı geliyor, sanki Taksimde iş hanında olsak farklı olacak. Yahut da Cağaloğlundaki Nurosmaniyedeki binada otursak plaza olmayacak. O zaman bu yazarlar okunmazlar. Okunmamak o yazarların cezası olur. Benim gazetemde her telden yazar var. Liberali de var AK Partilisi de var. Ulusalcısı da var. Yok diyemezsiniz. Bu kadarı doğru mu bilmiyorum ben de eleştirmeye başladım kendi kendimi.
Habertürk Gazetesi için ne düşünüyorsunuz.
Habertürk Gazetesi değişik bir gazete çıkardı. Hırslılar iyi yapmak istiyorlar. Ama gazete pazarını da düşünmeleri lazım. Çok zor gazete pazarında bir gazetenin oturması, tutması çok zor. Bu dünyada böyle. Almanyada her yıl yüzde beş, yüzde altı oranın da tirajlar düşüyor. İte kalka mevcutlar yaşamaya çalışıyor. Bu da Türkiyenin en büyük talihsizliği ve sıkıntısı. Yazılı basından bahsediyorum para kazanan aşağı yukarı yok gibi bir şey. Para kaybederek de yayın organı olunmaz ki. Yayın organı kamu görevidir para kazanması gerekmez. Bu laf mı şimdi. Nerden geçineceksin peki kağıdın parasını nerden vereceksin, maaşları nerden ödeyeceksin. Türk basınında para kazanan gazete yok denecek kadar az. Bir-iki tane var Hürriyet kazanıyor, bizim Posta gazetesi kazanıyor.
Bu kadar yıl medya patronluğu yaptınız. Sıkıntıya girmediğiniz lider var mı. En rahat kimle çalıştınız. Hoşgörü gösterme anlamında.
Turgut Beyle ilk yıllarda evet, ama sonra o da kızdı. Turgut Beyle de kavgalarım oldu. Süleyman Beyle rahat çalıştım. Mesut Bey rahat göründü ama o çok şeyler yaptı bana. Bülent Bey çok alınırdı. İftihar etsin diye bana Gözcü gazetesini göndermiştir. Ben Bülent Beye de çok saygı duyarım. Siyasetçi eleştiriye tahammül edemiyor.
"Vergi mükellefi niye korkuyor"
Kanunlar var da bizde, gelenekler yok. Eğer Türkiyede ABDdeki gibi vergi idaresi bağımsız olsa siyasi iktidar değişti diye vergi mükellefi korkar mı. Niye korksun. Bütün işadamlarının hepsi konuşmaktan korkuyor. Çünkü bağımlı. Siyasetçinin iki dudağının arasında. Mahvedin şu adamı gidin üzerine bitti...
18 kişi, 13 vergi kontrölörü, 5 tane hesap uzmanı, bir tane gümrük müfettişi, arkada da 20 tane onları denetleyen insan sekiz aydan beri kontrol edecek baskı unsuru oluşturuyorlar. Neden bana kardeşim neden. Bakın bu sene eylül ayında 50 yılım dolacak, Mecidiyeköy Vergi Dairesinde ilk kaydımın açılmasının. 50 yılda ben maliyeyle en ufak bir sorun yaşamadım. 86 yılında Turgut Bey kızdı bana gene vergi yazdılar. Gittim mahkemeye 96 yılında cevabını 10 yıl sonra aldım.



